Geçen ayın en çok beklenen, en çok konuşulan filmiydi “Sen hiç ateşböceği gördün mü?” Ben filmi yıllar önce tiyatro olarak izleyenlerdenim. Demet Akbağ'ın ayakta alkışlanan büyülü performansını unutmak mümkün değil. Film eleştirmenlerinin birçok tenkitine katılmakla beraber filmi yine de başarılı bulduğumu söylemek isterim.
Bugün 1 Mayıs ve ben bir filmle başladım yazıma. Peki 1 Mayıs bu filmin neresinde... Filmin final sahnesinde(daha önce tiyatroda olmayan bir sahne) ana roldeki kadın: “Lambalar ışık verir; ateş böcekleri ise aydınlatır” dedi. İşte 1 Mayıs tam olarak bu cümlede. İşçiler, memurlar, emekçiler yalnızken sadece çalışır. Ama birlikte oldukları sürece üretirler, öğrenirler, öğretirler ateş böcekleri gibi aydınlatırlar.
Ateş böceklerinin ışık yaymasının temelinde ne var bilemem. Ama aydınlıklara kanat çırpmalarının tek bir nedeni var. Birlikte hareket etmeleri. İşbirlikleri çoğaldıkça karanlıkların aydınlatmaları bunlardır.
Madem böcekler aleminden başladık yazımıza. Yine bir böcek metaforuyla devam edelim. Bir söylentiye göre yeryüzünde yaşayan tüm karıncaların toplam ağırlığı; tüm fillerin ağırlığından daha fazladır. Gözünüzde canlanıyor mu? Devasa vücutları, tonlarca ağırlıkları olan fillerin yanında, gözle görebilmenin bile zor olduğu karıncaları koyunca daha ağır basan taraf karıncalar oluyor. Elbette bu güçlerinin farkına varmaları için birleşmeleri gerek. Yoksa çimlerle beraber ezilenlerin içinde olurlar. Tıpkı emekçi sınıfı gibi.
18. yy'da Avrupa'da başlayan Sanayii Devrimi'yle birlikte tüm dünyada başlayan emekçi kıyımı ne yazık ki günümüzde de olağan hızıyla artmaya devam ediyor. Medikritik köşe yazarlarından, sevgili dostum Dr. Demet Turgut'un da son yazısında bahsettiği gibi günümüzün en ağır koşullarında bile çalışmak zorunda olan yalnız emekçiler oluyor. Toplumsal kaosların tüm yükünü sırtlayan bu isimsiz dostlarımız kendi öz güçlerinin farkında olsalardı eğer neler yapabileceklerinikestirebilmemiz için hepinizi hayal güçleriyle baş başa bırakıyorum. Hayal edelim şimdi: Sabah uyandığımızda ülkenin tüm altyapı ve üst yapısı durmuş durumda. Elektirikler kesik, musluklardan sular akmıyor, ulaşım seferleri tamamen durmuş, çöpler toplanmamış. Ekmek almak istiyoruz fırınlar ekmek çıkarmamış. Sebilde suyumuz kalmamış, su getirecek kimse yok. Hastanelerde derdimize derman olan sağlık emekçileri çalışmıyor. Ambulanslar durmuş. Kısacası nefes almak dışında hayat durmuş.
Ne kaotik bir ortam değil mi? Salt ekonomi değil, toplumun tüm yaşamsal varyantlarını gerçekleştiren emekçi sınıfı sadece bir gün iş bırakırsa olacakları hayal bile etmek istemiyoruz. Peki bu kadar güçlü kritik bir durumda olan bu sınıf neden yıllardır ezilen kesim olarak görülüyor. Sebebi basit aslında tıpkı karıncalar gibi tek başımıza hepimiz çok güçsüsüz. Devasa fillerin karşısında hiç şansımız yok.
1980 Darbesi'nden sonra bilinçli olarak yetiştirilen bir sınıf var. Lümpen proletarya: Bu sınıf çocukluğundan beri işsiz kalma düşüncesiyle zehirlenmiş durumda. Kendini devasa filler gibi gören patron sınıfının karşısında işini kaybetmemek için her türlü baskıya, mobinge, tacize, fazla mesaiye, düşük ücrete razı gelen bu sınıf gücünün farkında değildir. 1 Mayıs günü İstiklal Caddesinde düşük ücrete, fazla mesaiye başkaldıran işçi sınıfınının karşısına yine emekçi sınıfını dikmekte bu düzen. Hatta fabrika önünde eylem yapan arkadaşlarına; patronunun talimatıyla şiddet uygulayan yine aynı sınıf.
Toplumsal mücadele bilincinin farkına varmadığımız sürece bu devran böyle sürüp gidecek. Atanamayan öğretmenlerin hakkın arayan sağlık emekçileri olmadıkça, patronu geldiğinde ayağa kalkmadığı için işinden kovulan işçinin hakkını aramak için meydanlarda tüm gücüyle bağıran bir gazeteci olmadıkça, ofisteki amirinin tacizlerine boyun eğmediği için baskı gören Ayşe'nin yanında cübbeleriyle bir avukat ordusu görmediğimiz sürece bu devran böyle sürüp gidecek.
Hayat cümlelerden ibarettir kanımca. Cümleler bir devri ayağa kaldırır, cümleler bir toplumun acınası durumunu ortaya koyar. Bizim toplumsal hafızamızda da yer etmiş cümleler var. Geçmişte de vardı. Bugün de var. Yarın da olacak. “Efendiler yarın Cumhuriyeti ilen edeceğiz” cümlesi bir devrin kapanıp, bir devrin açılışını müjdeler bize. Bu cümle geçmişimizin sayfalarında altın harflerle her zaman var olacak. Peki utanç duyduğumuz cümlelerin hesabını kim verecek. Avucuna sıkıştırılan üç kuruşa isyan edip “ben dilenci değilim, görüyorum ki hayatınızda çaresizliği hiç tatmamışsınız”diyen Dilek'in hesabını kim soracak. Soma'da yerin yüzlerce metre altında enkazdan çıkarıldıktan sonra sedyeye yatırılmak istenen emekçiye “çizmelerimi çıkarayım mı” diye sordurtan sistemden kim o işçinin hakkını alacak. Hamaset yapmaya, işte emekçimiz nasıl devletini düşünüyor demeye kısacası yoksulluğu övmeye hiç gerek yok. Acınası bir halde olduğumuz gerçeğini yüzümüze vuran cümledir “çizmelerimi çıkarayım mı” sorusu. Yerin yüzlerce metre altından çıktıktan sonra çizmelerindeki kirin, devletin beyaz çarşaflarını kirletmemesi gerektiği düşüncesinin dışavurumudur bu cümle. Övünülecek değil utanılacak bir cümledir.
Yarın gökyüzünün daha mavi; çocukların daha mutlu, insanların daha özgür ve karanlıkların aydınlık olduğu bir dünya hayal ediyorsak eğer ateşböceklerinin aydınlık gücü lazım. Yarın daha güzel cümleler kurabilmek istiyorsak; tıpkı karıncalar ve filler örneğinde olduğu gibi birleşmemiz gerekir.
En başta söylediğimi şimdi tekrar söyleyeyim. Tek başımıza sadece çalışırız. Ama bilinçli bir şekilde sendikal birleşmeye katılırsak. Üretiriz, aydınlanırız, aydınlatırız, Gelecek için daha güzel cümleler kurarız. Tüm insanlığın 1 Mayıs Emek Ve Dayanışma Günü kutlu olsun.